Gülinler'le Gece Çalışanlar

Gülinler’le Gece Çalışanlar’ın ilk bölüm konuğu sevgili; Uraz Kaygılaroğlu! Kendisiyle gece çalışanların dünyasını keşfedecek, sahne ve kamera arkasında kalan eğlenceli yönlerini konuşacağız. Uraz'ın ilk stand-up deneyiminden, oyunculuk kariyerine, oyunculuk kariyerinden babalığına kadar her konuyu konuştuğumuz bu şahane ilk bölüm, şimdi sizlerle!

What is Gülinler'le Gece Çalışanlar?

Gülinler, her bölümde “Gece Çalışan” konuklarını ağırlayıp, onlarla kariyerleri ve özel hayatları üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştiriyor. Gece çalışmanın, artılarının ve eksilerini dürüstlükle değerlendirip eğlenceli bir halde siz dinleyenlere aktardığımız; “Gülinler’le Gece Çalışanlar” işte huzurlarınızda…

Speaker 1:

Gülinlerle gece çalışanlara hoş geldiniz. Gülinlerle gece çalışanlar başlıyor. Efendim gülünlerle gece çalışanlarda mesaisi saat sekizde başlayan konuklarımızı ağırlayacağız. Ben de onlardan biriyim. Bu demek değil ki gündüz çalışmıyorum ama genellikle mesaimiz akşam sekiz sekiz buçuk gibi başlıyor.

Speaker 1:

Müzikse bu eğer akşam on bir de de başlayabiliyor. Programımızın ilk konuğu aynı zamanda Aşık Shakespeare'de Hamlet'i değil Shakespeare'i oynayan rol arkadaşım Murat Kaygılaroğlu.

Speaker 2:

Çok teşekkür ediyorum.

Speaker 1:

Hoş geldin.

Speaker 2:

Hoş bulduk. Beni davet ettiğin için çok teşekkür ediyorum.

Speaker 1:

Ben de programıma ilk sen geldiğim için çok teşekkür ediyorum.

Speaker 2:

Çok sağ ol.

Speaker 1:

Yazdığım isimler arasından seninle başlamak. Çünkü tam da tanışmıyoruz.

Speaker 2:

Evet birlikte çalışıyoruz. Çalışıyoruz.

Speaker 1:

Evet. Evet. Gece çalışmakla ilgili ne düşünüyorsun?

Speaker 2:

Gece çalışmakla ilgili iyi düşünüyorum. Yani gündüzün sana kaldığını düşünüyorum. Bununla ilgili yani şu anda ben gece gündüz çalıştığım için aslında tam da bu konsepti algılayamıyorum. Bunu hep düşündüm böyle işte şimdi çocuk mucuk filan hani bu hayatta daha işler yoğunluğundan böyle vakit kaldı kalmadı, ne kadar vakit geçiriyoruz birlikte diye işte sonra kaliteli zaman şu bu falan onları çözdüm ama çözmeden önce kendime hep şu örneği verdim yani Ben bir bekçi de olabilirdim, gece çalışıyor olabilirdim ve işte gündüz çocuğum full okuldayken, tam o evden gelirken böyle devir teslim gibi, tıpkı gibi sana bırakıyorum, ben çıkıyorum gibi. Bir yerde de olabilirdi boş ver yani kıymetini bil bu durumun diye.

Speaker 2:

Gece çalışmayla ilgili düşündüğüm tek şey buydu.

Speaker 1:

Evet zaten mutlaka gündüz de çalışıyor gece çalışan insanlar. Onun hazırlığını

Speaker 2:

Yani ama yine bir mecburi orada olması gereken bir saat gibi konuşuyoruz diye anlamda. Evet. Mesai saati gece başlayan.

Speaker 1:

Yani bizim oyunumuz sekiz buçukta başlıyor.

Speaker 2:

Doğru. Biz gece çalışıyoruz.

Speaker 1:

Evet evet. Sekiz buçukta başlıyor ya da senin Talk show'un kaçta başlıyor?

Speaker 2:

Benim bir Talk show'um yok. Benim bir stand-up'ım var.

Speaker 1:

Stand-up.

Speaker 2:

Evet.

Speaker 1:

Konuğumuz aynı zamanda stand-up yapıyor.

Speaker 2:

Yapıyorum.

Speaker 1:

Ama Talk show'da yaptın mı?

Speaker 2:

Yapmadım.

Speaker 1:

Sunuculuk yaptım.

Speaker 2:

Sunuculuk yaptım.

Speaker 1:

Evet, sunuculuk yaptım.

Speaker 2:

Sunuculuk yaptım. Onları da gündüz çektim gece yayınladılar. Yani orada da istediğimi alamadım.

Speaker 1:

Evet doğru diyorsun.

Speaker 2:

Gece çalışamıyorum. Çalışıyorsun. Yani peki evet öyle.

Speaker 1:

Bir miktar çalışıyorsun.

Speaker 2:

Bir miktar çalışıyorum, bir miktar çalışıyorum. Boşuna da gidiyor.

Speaker 1:

Kaçta başlıyor?

Speaker 2:

Sekizde başlıyor, dokuzda sahneye çıkıyoruz. Yani sekizde kapıları açıyoruz böyle işte bir müzik eşliğinde insanlar yerlerine oturuyorlar filan. Dokuzda başlıyor. On bire kadar sürüyor. On bir, on bir çeyrek gibi de canlı müzikle devam ediyor.

Speaker 2:

Müjde Kızıltan

Speaker 1:

Biliyorum, doğru mu?

Speaker 2:

Patates sırası evet sağ olsunlar.

Speaker 1:

Ve mükemmel makyajı. A fix. Çok güzel.

Speaker 2:

Çok hoş bir makyaj.

Speaker 1:

Çok güzel. Burada Müjde Kızılkan'ın makyajına

Speaker 2:

Övelim biraz. Biraz övelim. Evet övelim gerçekten müthiş bir ses. Eşi Mehmet, o bastı. Gitarda.

Speaker 2:

Öyle mi? Beraberler. Böyle yani. Yani evde herkes komiktir bizde. Eğlencelidir yani.

Speaker 2:

Böyle duyguyu bastırmak için bir yöntem gibi kullanılır. Hani böyle en acılı zamanlarda en Yılınır. Evet en söylenmeyecek şeyi söyleyip ortamı şok edip gülmek filan gibi. Yani büyük teyzem de böyledir, annem de böyledir, anneannem de böyledir, babaannem de böyledir, İşte kuzenlerim böyledir, cenazelerde filan hani Kuran okunurken filan böyle evde birbirimize bakıp hani saçma bir şeye takılıp gülen tiplerdik.

Speaker 1:

Cenazede ama bir gülme illa ki.

Speaker 2:

Ya bir sinir boşalması oluyor herhalde ondan oluyor. Böyle facialar yaşadık yani. Hani böyle beklerken birinin böyle patlayıp hani sırayla da topladık domino gibi güldü. Onları kontrol etmeyi öyle öğrenciler

Speaker 1:

Tabii çocukken şakalarını hazırlamıyordun.

Speaker 2:

Hazırlamıyordum. Ama zaten hep o hep o gözle bakıyordum yani. Bir de çok yani çok meraklıydım yani. Hep hep komik şeyler seyrederdim yani izlediğim şeyler de öyle olurdu. Cem abiler, Yılmaz Hocalar, Ata abi filan hepsini sahnede izle, yani İstanbul'da büyümenin ve annemin de bunlara biraz meraklı olmasının getirisiyle hepsini sahnede izledim ben yani.

Speaker 1:

Evet ben de izledim.

Speaker 2:

Ha o yüzden çok güzeldi yani hani o işte şimdi bugün yok Rumeli, sarı falan hani o orada o 0 atmosfer falan da Cami var ya. Evet şimdi cami var. Başka Cami değil de. Mescit mi? Öyle bir şey mi var?

Speaker 1:

Aynen o

Speaker 2:

tarz Abi ona bir bakalım yani.

Speaker 1:

Ona bir bakabilir miyiz burada araştırma grubumuz var.

Speaker 2:

Yani kapattılar yani o şeyi. Güzeldi orası. Şimdi gerçi Rumeli şey de güzel Harbiye de harcayın.

Speaker 1:

Kendi şovun için yaptığın ne bileyim hazırladığın şakaları üzerinde denediğin arkadaşların var mı?

Speaker 2:

Var tabii. Onu çok merak ediyorum. Herhalde canım. Yaşama mesela şimdi bu şakayı hazırladım, size bu şakamı söylüyorum gibi değil de. Değil.

Speaker 2:

İşte mesela yazıyorum yazıyorum bir şeyler, üç beş bir konuya dair. Ya zaten yazdığın şeyler seni ilgilendiren ve senin ilgi alanlarından oluyor. Ya benim için öyle oluyor en azından. Takip ettiğim bir şeyden oluyor filan. Mesela arıyorum görüntülü, koyuyorum telefonu falan sırayla çok gülen, bonkör kahkahalı dostumu da arıyorum.

Speaker 2:

Mesela işte arada bir şey söyleyebilecek dostumu da arıyorum. İçine bir şey katabilecek. Yani o diyaloğu başlatabilecek. Hiç gülmeyen arkadaşımı da arıyorum. Böylece bir fokus grubum olmuş oluyor.

Speaker 2:

O deneme grubundan işte baktım buna hiç kimse gülmedi falan. Eğlenceli değil çiziyorum. İnat ediyorum bunu ben anlatırım gülecekler diyorum filan. Gülmüyorlar falan. Sana söylemiştik filan diyorlar.

Speaker 2:

Doğru diyorum, bu çok sert abi, bunu söyleme filan diyor. İşte diyorum ki hani burası zaten bizim yaptığımız yer yüz

Speaker 1:

orası. Evet biraz.

Speaker 2:

Biraz öyle yani çok kapalı, telefon yok, bir şey yok, kimse kayıt.

Speaker 1:

Ha telefon yok.

Speaker 2:

Yok hayır yani sadece fotoğraf çekiyor konuklarımız. Onun dışında kayıt mayit vesaire bir şey yok. Dolayısıyla böyle çok şey gibi oluyor. İstediğini söyleyebildiğin bir platform gibi bir yandan da çok rahatlatıcı tabii yani hani. Tweet atmak gibi düşün yani hani böyle ama tweet atınca linç yiyebilirsin, cancel edilebilirsin, her şey Kusura bakma.

Speaker 1:

Çok pardon özür

Speaker 2:

diliyorum. Aferin kızım. Ekmeğimizi senden kazanıyoruz, bizi affet.

Speaker 1:

Aman diyeyim mikrofonun

Speaker 3:

bir şey

Speaker 2:

değil mi? Aman baba. Yani o yüzden öyle bir grubum var. Onlara böyle ordum ettiğim. Bazen onların abu çok dediği şeye çok gülünüyor filan.

Speaker 2:

O da zaten senin nasıl bir tarzda takılmak istediğini de çok daha böyle tırnak içinde söylüyorum, edepli anlatılar yapan ve çok komik olan insanlar var. Çok daha politik şeyler anlatıp çok komik olan insanlar var. Yani artık biraz şöyle oldu galiba. Çeşitlilik herkesin hayatında var. Yani artık küçük küçük grupların da çok büyük olduğu, herkesin birbirine ulaştığı, sevdiği şeyleri birbiriyle paylaştığı, kendini verdo hissetmediği Çok

Speaker 1:

önemli bir noktada.

Speaker 2:

Evet evet. Ve bu çeşitlilikte benim de hitap ettiğim birisi muhakkak olacak. Herkesin olacak. O yüzden denemekten korkmuyorum yani böyle şeyleri. Benimki de böyle bir tarz diyorum.

Speaker 1:

Peki efendim size biraz sorular hazırladık.

Speaker 2:

Buyurun efendim.

Speaker 1:

Böyle merak ettiğimiz sorular.

Speaker 2:

Peki defterin.

Speaker 1:

Çok teşekkür ediyorum. Programımın ilk konuğuna Pembe ve Mor bantları duydum.

Speaker 2:

Çok hoş buldum.

Speaker 1:

Siz görmüyorsunuz ama böyle bir defterim var aslında. Ve aynı zamanda şöyle de bir kalemim var. Oyunculuk meselesinde Senin çocukken hayalin, gerisi dannap olmaktı. Oraya doğru giderken oyunculuk da kimsenin çekti.

Speaker 2:

Ben bu işin nasıl yapılacağını hiç bilmiyordum yani nereye nasıl başvurulur filan nasıl girilir yani filan böyle konservatuar sınavı nedir şu bu. Konservatuar lafını duymuşum bu yolda bunu bana iyi gelebileceğini, bir şeyler öğrenebileceğimi. O zaman da annem çok istemedi, pardon abi. O zaman da annem çok istemedi.

Speaker 1:

Olun bir meslek.

Speaker 2:

Meslek sahibi ol fix yani o. Ben de öyle olunca yani ben istiyorum ama filan. Onlar da beni böyle Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin işte tiyatro kursuna hafta sonuna.

Speaker 1:

Gayet mantıklı.

Speaker 2:

Okay aynen böyle ne olduğunu bir gör anla diye. Bir kur mu denir artık, bir senemiydi o hafta sonları oraya gidiyordum. Öyle bir deneyimim oldu. Sonra üniversite Oradan

Speaker 1:

bir şeyler çakozladın mı?

Speaker 2:

He ne oluyor filan diye bir baktım filan. Ha yapabiliyorum. Sahnede durabiliyorum. Verdikleri egzersizleri yapabiliyorum. Artık o yapmamı istedikleri şeyi taklit edebiliyorum falan düzeyinde.

Speaker 2:

Görünce bir rahatladım falan ama orada bir ajansa ajans geldi yani bizi kameraya aldı falan ve o şekilde başladı aslında yolculuğum. Sonrasında üniversitede reklamcılık okudum. Onu okurken telefonlar gelmeye işte hani şu denemeye gel, şu çekime, şu audition'ı ver filan. Yani böyle beş on audition'da elim ayağım boşaldı, titredim yani. İsmimi söyleyemedim, kamera açılınca filan böyle kırmızı ışığı görür

Speaker 3:

görmez panik atak yaşadım.

Speaker 2:

I ü ü ü filan. Dedim ki abi olmazsa olmaz ya kim bu insanlar niye korkuyorsun bu kadar filan hani yani başarısız olmak korkusunu aşmam gerekiyordu. Yaktım böyle bir gün gemileri. Öyle gittim görüşmeye. O görüşmede de şans eseri zaten kafasında beni beğenmiş ve beni tanımak isteyen bir yönetmen vardı Ve o da güzel bir sohbet döndü falan.

Speaker 2:

Ben de böyle şişmanım. O da şişman yönetmen de böyle

Speaker 1:

Ben de şişmandım o.

Speaker 2:

He öyle mi? Evet. Ersoy abi. Ersoy Güler vardı. Ersoy abiyle oturduk falan.

Speaker 2:

Diyor ki seni niye işe alayım falan diyor böyle. Yani hani daha konservatuvar mezunu bir çocuk alsam hani işi bilen daha önce tecrübesi olan falan çok iyi olur dedi yani benim işim kolaylaşır falan dedi. Ben de ben çok çabuk öğrenirim falan dedim böyle işte neyi susam yapar mısın falan değil mi? Yani böyle hani bu bir cinsel tacize mi gidiyor ya? Yakacak.

Speaker 2:

Çanta onunu çıkarır mısın? He filan çıkarır mısın falan dedi. Ben çıkarmıştım o arada filan. Bu mu hocam? İşte böyle yerde yuvarlan desem yuvarlanır mısın falan dedi yuvarlanırım dedim yani ne var filan zaten biz onu keyif için yapıyoruz yani arkadaşlar gülsün diye bunları yapıyorum ben ki

Speaker 1:

falan dedi.

Speaker 2:

Sonra ben seni arayacağım falan dedi. Tamam dedim. Ertesi gün aradılar işte gel filan. Gittim ve öyle başladı oyunculuk serüvenim. Sonradan stand-up yapma arzumu gerçeğe dönüştürebilme hayali bile çok yüksek bir yerdeydi.

Speaker 2:

Yani çünkü kralı Cem Abi olduğu için bizim gördüğümüz, ülkemizde gördüğümüz. Şimdi bugün Netflix'lerde kadar yüksekti ki ve yani kadar yüksekti ki ve yani yakınına yaklaşan yok. Evet var. Denemeler var, güzel işler var ama istikrarlı bir şekilde bu işi yapan yok. Şimdi Yılmaz Erdoğan da standup'ı var.

Speaker 2:

Ata Demirer'in de standup'ı var. Beyazıt Öztürk'ün de standup'ı vardı. Yani tek kişilik şimdi o hayale, yani nasıl diyorsun lan yani buraya, ya boş ver burayı diyorsun. Bu yarışa girme yani bu Evet. Yıpratma kendini falan.

Speaker 2:

Hani buralarda takıl yani bu bir bak yani sonra bakarsın geri gelirse filan gibi bir yerdeydim.

Speaker 1:

Sonra ne bileyim çıtayı koyduğun insanla tanışıp arkadaş olunca neler oldu? İyi anlaştınız mı?

Speaker 2:

Çok iyi anlaştınız.

Speaker 1:

O çıta karşında.

Speaker 2:

Çıtanın doğru yerde olduğuna emin oldum bir kere. Yani zekası ve uniqueliğiyle özel bir adam yani Cem Abi. Ama onunla arkadaş olmak da çok cesaret verici. Yani birlikte iş yapmak, yani sana meslektaşı muamelesi yapıyor olması çok kıyak. Ve bunun ve ona ve ona da kendini bir ispat etmenin verdiği de bir coşku, bir özgüvende patlıyor.

Speaker 2:

Ya çok

Speaker 1:

zevkli bir şey.

Speaker 2:

Müthiş bir şey yani. Ve sonra onun da beni bu konuda böyle teşvikleri oldu. Ya oğlum anlatıcısın yani yapabilirsin ne var filan diye. Sonra ben de onu tuz bibere götürdüm. Tuz biber hadi köyde yapıyordu.

Speaker 2:

Biliyorum. Ha biliyorsun.

Speaker 1:

Yani İnstagram'dan Cem Yılmaz'ın geldiği gece olarak

Speaker 2:

Ben de diyeceğim abiye dedim ki abi burada da böyle bir oluşum var, gel bir bakalım yani hani burada da böyle genç bir sürü adam çıkıyor anlatıyor filan çok hoş. O da tabii çok heyecanlandı yani o da Leman kültürü dönemi falan gibi hani böyle bir

Speaker 1:

Çok güzel.

Speaker 2:

Evet yani öyle bir durum oldu. Beraber oraya gittik filan çıktı sahneye. Şöyle bir on dakika millet şok oldu yani. Ne alaka otuz lira verip bilet almıştık hani Cem Yılmaz otuz lira mı falan hani böyle. Hani enflasyon vardı ülkede falan hani böyle.

Speaker 2:

Böyle bir durum oldu falan. Orası da benim çok hoşuma gitti. O gün bana gel beş dakikada sen anlat dedi filan. Ben çıktım böyle ne anlatacağımı bile düşünmeden.

Speaker 1:

Abi senin

Speaker 2:

oluyor.

Speaker 1:

BKM'deki mi? Yok ya tuz biber, aylakt da. Aynen evet aylakt da o.

Speaker 2:

Açık mikrofona girdim işte otuz liramı verdim falan ismimi sahneye çıktı.

Speaker 1:

Otuz lira verilerek mi giriliyor?

Speaker 2:

Evet. Otuz lira veriyorsun. Sahneye çıksan da çıkmasan da otuz lira veriyordun. Yani bu bahsettiğim iki yıl önce filan. Otuz liramı verdim girdim içeri falan ismimi de yazdırdım.

Speaker 2:

Hazırladığım şakaların yedi dakikam filan var zaten beş mi yedi mi ne. Bir tanesine bile kimse gülmedi.

Speaker 1:

Şaka eder.

Speaker 2:

Bir tanesine yani böyle mezar taşı gibiydi o yüzden anladın mı? Böyle hani kendi kendime anlatıp böyle yanıp paramparça oluyorum böyle eriyorum filan böyle egom paramparça yani böyle

Speaker 1:

Neydi bunlar?

Speaker 2:

İşte böyle Türkiye ekonomisiyle ilgili şakalar filan Yani sen kim köpeksin gibi baktılar bana sen Türkiye ekonomisinden nasıl şikayet edebilirsin gibi bakıldı. Ve yani böyle daha gerçek, daha kendimden bir şey anlatmadığımı fark ettim çıktığımda. Çok üzüldüm yani böyle eve sürünerek gittim yani.

Speaker 1:

Hiç mi gülen

Speaker 3:

Ya benimle

Speaker 2:

gelen arkadaşlarım bile gülmedi. Yani hani bir moral kahkahası bile olmadı. Alkış başlatan bir yakın arkadaş. Hiçbir şey olmadı günün yani hiçbir şey olmadı. Yaprak kıpırdamadı yani.

Speaker 2:

O kadar kötü bir geceydi.

Speaker 1:

Çok feci, feci.

Speaker 2:

Korkunç bir geceydi yani Ve bu beni çok hırslandırdı.

Speaker 1:

Ve üstüne bir de otuz lira verdim.

Speaker 2:

Otuz lira da verdim. Dedim ki benim bir otuz liram daha var. Haftaya yine geleceğim filan dedim.

Speaker 1:

Ha öyle bir gaza geldi.

Speaker 2:

Aynen. Haftaya böyle bu sefer kendimle ilgili şişman şakaları yazarak başladım.

Speaker 1:

Çok büyük bir malzeme.

Speaker 2:

Aynen. Bunları yazdım. Sonra çıktım. Yedi sekiz dakika bunları anlattım. Ama o kadar güldüler ki dedim ki ben bitirdim oğlum bu işleri.

Speaker 2:

Bak diplere bak, uçlara bak.

Speaker 1:

Ben öldüm.

Speaker 2:

Öldüm. Ben bir Cem Yılmaz şimdi sen düşüp falan. Hani o raddedeyim yani. Hani o gaza gelişteyim falan böyle hemen çıkıyorum teklifede tost falan yiyorum böyle falan. Yedi dakika, yedi dakikaya.

Speaker 2:

Abi böyle eve sanki yürürken böyle yerden bu kadar yükseklikte süzülüyor gibi gittim filan. Ertesi hafta tekrar gittim üçüncü kez. Aynı şakaları anlatırım diye ve bir önceki hafta çalıştığım gibi çalışmadım zaten anlattığım şeyler abi filan dedim. Bok gibi geçti. Bok gibi geçti yani.

Speaker 1:

Hiç çalışmadım.

Speaker 2:

Hiç çalışmadım çünkü. Yani o işte o kibir Aynısını yapmıyor. Ha kibir kibir yani ona yeni Girme İşte nasılsa yaptım ben bunu falan.

Speaker 1:

Biraz hızlı motivasyonum düşüp kalkıyor diye.

Speaker 2:

Filan gibi bir yerden. Kötü geçti. İlki kadar kötü olmasa da ikincisini gördükten sonra artık kötü bu dedim yani filan. Ve sonra anladım ki yani bu iş böyle çalışmayı devam ettirdiğin, kafayı buraya yorduğun filan bir şey olması lazım. Sonra onun üzerine işte dükkan mükk yani doksan liralık kursla bu dükkanı aştım.

Speaker 2:

Aştım. Aslında o kadar.

Speaker 1:

Buradan seyircilerimize doksan liranız varsa siz de bir tane topa başlayabiliyorsunuz. Tombiş'lik konusunu bir sürü yerde konuştuğunu duydum. Ben de eski bir şişmanım. Ben kendimi hala şişman olarak tanımlıyorum. Ruhum şişman benim.

Speaker 2:

Ruhum obez.

Speaker 1:

Ruhum obez. Sende de benzer şeyler oldu mu diye sormak Ben yetmiş altı kiloydum.

Speaker 2:

Ama şey değilsin, ben senin kilon kadar kilo verdim yani şişmanlıktan.

Speaker 1:

Evet ama ben de kendi üçte birini verdim diye düşündüm. Onun içinde elli iki kiloyum. Böyle hemen zayıfladığını algılayabildin mi? Asla. Değil mi olmuyor hemen?

Speaker 1:

Asla.

Speaker 2:

Yani böyle beş altı sene falan da oturdu yani. İlk kilo verdiğim zaman kot pantolon almaya gideceğim. O zaman hep aynı markadan alıyordum. Çünkü orada o büyük bedenler vardı.

Speaker 1:

Ve hala öyle olduğunu zannediyorsun.

Speaker 2:

Öyle olduğumu zannediyorum. Böyle kırk dört beden giyiyordum kot pantolonu. Ve işte gittim bir tek o mağazada var. İşte girdim içeri falan. Merhaba abi falan filan.

Speaker 2:

Ben dedim ya bu arada kilo vermişim yani bir on, on beş kilo falan vermişim. Bir kot alayım falan dedim. Dedim ki yani işte bir kırk iki alabilir miyim falan dedim. Adam bana ben otuz

Speaker 3:

sekiz vereyim falan dedi. Ben de

Speaker 2:

saçmalamayın falan dedim böyle yani kırk iki. Çünkü o kapanmama mahcubiyetini hissetmek istemiyorum

Speaker 1:

yani. O 0 zaten hani hayatı

Speaker 2:

Olmadı, bunun bir büyüğünü verin demek istemiyorum yani. Garantiye almak istiyorum kendime yani.

Speaker 1:

Bol alayım.

Speaker 2:

Küçüğünü alayım deme lüksüne erişmek istiyorum belki de içten içe. Adam yani bir lütfen deneyin otuz sekizi falan dedi. Arkadaşım ısrar etme falan ya zaten kırılgan bir yerdeyim yani falan. Ve adam getirdi otuz sekizi ya inat etti otuz sekiz kapandı böyle belime şak dedi oturdu falan.

Speaker 1:

Iyi değil mi bu arada?

Speaker 2:

Ben böyle nasıl ya filan dedim. Artık kırklar yok mu falan ve o beni daha da gaza getirdi yani. Bu süreçte motivasyon yani hani yediğimin yakışmaz, tekrar tekrar oturması, elli kere dene çıkar yok filan. Çünkü o, 0 stres çok kötüdür yani, kabine girersin, o perdeyi kaparsın, sıcağın içinde zaten kilolu olduğu için ekstra ateş gibisin.

Speaker 1:

Benim çocukluğum.

Speaker 2:

Benim de yani, benim ben de çocukken de iri bir çocuktum. Yani sonra lise üniversitede artık morbido beze geldim. Oralarda onların geçmesi ve algıda yani ben artık aynaya bakınca aa evet.

Speaker 1:

Aynen.

Speaker 2:

Zayıflamışsın yani hissine gelmek zaman aldı yani.

Speaker 1:

Aldı. Benim diyetisyenim şöyle bir şey önerdi. Çünkü çok benzer şeyleri ben de yaşadım böyle. Ben kırk iki bedendim. Kırk beden pantolonun üstüm kırk iki biraz daha geniş diye.

Speaker 1:

Gidiyorum pantolona bakıyorum. Atıyorum otuz sekiz bedele mümkün değil diyorum, olmadı bu. İşte kırkı alıp giyiyorum bol, öbürünü deniyorum filan. Diyet hem şöyle bir şey önermişti. Her gün dost isteyen aynanın karşısına geç ve kendine bak bir beş dakika.

Speaker 1:

Bunu gör, bunu sıkça gör. Ben onu böyle şeylerde fark ediyordum. Bazen ne bileyim caddede yürüyorum ve camdan görüyorum. Oha falan yapıyorum.

Speaker 2:

Hoşuma nereye geldik lan inşallah?

Speaker 1:

Yani evet. Evet, evet, evet. O kadar küçülebilecek miyim? Haberim yoktu bundan. Büyük bir rahatlık.

Speaker 1:

Ne bileyim dizinde bir acı yok.

Speaker 2:

O zaten tabii ki merdiven falan nefes nefese değilsin filan onlar başka sağlık tarafı zaten cepte.

Speaker 1:

Yani zaten oradan başlıyordu

Speaker 2:

mevzuda aslında.

Speaker 1:

Evet evet

Speaker 3:

evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet evet

Speaker 1:

evet evet evet evet evet evet yani annem öleceğim diye başlamış.

Speaker 2:

Yani annem öleceğim diye korktu artık.

Speaker 1:

O bez bir eşim vardı benim. Ben de o ölecek diye korkarak diyete başladım. O da morbet ve beraber girdik böyle bir meseleye.

Speaker 2:

Ben o

Speaker 1:

kadar şey değildim ama çok büyük bir algı oluyor yani böyle ne bileyim birdenbire yirmi üç kilo verdim ve tamam ben böyleyim diyemiyorsun.

Speaker 2:

Hayır canım öyle bir şey olabilir mi?

Speaker 1:

Ama kişisel olarak çok iyi bir başarı. Ben mesela bunu başardığım için

Speaker 2:

Ben de çok mutluyum.

Speaker 3:

Kendimi iyiyiz.

Speaker 2:

Evet yani bu şey hissettiriyor Ben her şeyin üstesinden gelebilirim artık gibi hissettiriyor. Gibi. Yani hani kafaya taktığım zaman bunu yaptıysam bunu da yapabilirim gibi bir güç oluyor. Çok zor başlaması, kabul etmesi ve yani bu yolda yürümek daha önce de muhakkak denemişsindir kilo vermeyi. Bu ilk seferinde bir headshot değil yani.

Speaker 2:

Hani bu defalarca kez ıskaladığın bir durum. Ve yani artık takatin de kalmamış beş ver on al, altı ver yedi al falan.

Speaker 1:

O hep zaten fazlası oldu.

Speaker 2:

Evet, evet yani böyle oluyordu. Ve sonra bu kararı verip bu yolculuğu bitirmek, o istikrarlı duruş insanı çok güçlü hissettiriyor.

Speaker 1:

Ben çok sağlıksız besleniyordum.

Speaker 2:

Ben sağlıklı beslenmiyordum, hiçbir zaman sağlıklı beslenmedim. Sabah sosisler, ekmekler, peynirler eritmeli, işte mayonezler ekmeğin arasına ya kalan küçük parça ekmekle Nutella kayarım bunu kenara ayırayım. Zannediyor ki yemeyeceğim o ekmeği yani. Hani o Nutella için ayrılıyor filan hani

Speaker 3:

Ben

Speaker 1:

salama ekmek, ekmeği salamla sererek.

Speaker 2:

Bol malzeme. Evet. Budur zaten doğrusu budur. Ya ben bugün yine bozmak istediğim bir durum da öyle şeyler yiyorum bu arada. Yani o benim Guildy Plajer'ım gibi yani böyle

Speaker 1:

Guildy Plajer -Girıl tluger sorunumuz vardı zaten çok iyi o.

Speaker 2:

Pis yemek yani. Hani o bunu ben bugün hak ettim baba. Hayat çok zor bugün ve bununla baş edemiyorum. Duygusal yiyeceğim yani.

Speaker 1:

-Ne mesela o?

Speaker 2:

Ya mesela tavuk kızartması, sosları, patatesi, hamburgerler filan. Hani pizza kayıraniyiz mesela. Ha mesela olabilir.

Speaker 1:

Curlyer falan.

Speaker 2:

Evet, evet cheddar soslu falan, evet. Ekstra bir şeyle. Yani bir şeyin tek olması beni Double chocolate bilmem ne falan. İki shot daha kardeşim falan. Biraz öyle bir yer yani.

Speaker 1:

İzlerken bu rolü ulan ben oynasam dediğin roller oluyor mu?

Speaker 2:

Oluyor tabii ki. Yani bu rolün böyle bir rol bende oynasam, keşke denk gelse ama şey gibi değil ya, bunu ben daha iyi oynardım gibi değil.

Speaker 1:

İştahlanma.

Speaker 2:

Evet yani iş böyle ulan böyle işlerde niye yer alamıyoruz filan gibi hayıflanma oluyordur. Onun dışında şeye inanırım onu o oynadığı için öyle güzel geliyor gözüme.

Speaker 1:

Tabii.

Speaker 2:

Öyle düşünürüm yani hani o onun alamet-i farikası. Ben ne yapabilirim acaba bu formun içindeyim düşünürüm. En son Purting'i izledim. Emma ablanın oyunculuğu beni mest etti yani. Şimdi izlemeyenler için şey olmasın ama yani başladığı yerden bitirdiği yere kadar ki o dönüşüm Evet.

Speaker 2:

Çok iştah kabartıcı bir şey.

Speaker 1:

Ama çok iyi bir rol.

Speaker 2:

Müthiş bir rol, müthiş. İnanılmaz bir rol. Yani öyle roller olduğunda, keşke böyle bir şey bize de denk gelse de bir denesek derim. Mesela en çok istediğim şeylerden bir tanesi tek plan bir filmde oynamak. Onu çok istiyorum.

Speaker 2:

Ama bir mekanın içinde geçsin istemiyorum.

Speaker 1:

Tek planda çekilsin.

Speaker 2:

Evet, bir neydi filmin adı? Victoria mıydı? Bir bakabilir misin abi? Sen çok iyisin ya.

Speaker 1:

Burada Google oturuyor gibi değil mi? Victoria'ydı

Speaker 2:

galiba adı ya, tek plan film. Gece sabaha karşı bir barda başlıyor, bardan çıkıyor sokaklara, banka soygununa, bir kafeye, bir çatı katına ve tek plan yani böyle kamera takip ediyor. Oyuncular için de müthiş bir hikaye. Tiyatroda da hoşuma giden şey o oldu zaten. Yani başlayıp bitiyor olması, performansın kesilmemesi.

Speaker 2:

Öyle bir şey yapmak istiyorum mesela.

Speaker 3:

Çok

Speaker 1:

hoş. Çok hoş. Benim ilk 1 shot etkilendiğim şey Orhan Atasoy'un Doğru söylüyorum sanırım. Gemiler diye bir tane klibi vardı.

Speaker 2:

Bilmedim.

Speaker 1:

Ben sana onu bitince göndereceğim. Belki alta da linkini koyarız. Orada da 1 shot çekilmiş bir sahilde. İşte hayat kadınları geçiyor. Birileri geçiyor.

Speaker 1:

Geri geliyor falan ama klip baştan sona 1 shot dönemine göre de çok acayip. Gemiler olması lazım değil mi? Gemiler evet. Orhan Atastı Victoria. Victoria her şeyi.

Speaker 2:

Sağ ol abi.

Speaker 1:

Buradan yönetmenlere Uraz Kaygılaroğlu'nun Pure Things'deki Belli karakteri gibi bir karakter oynamak isteğini ben duyurmak isterim.

Speaker 2:

Çok teşekkür ederim. Herkes istemiştir. Gerekirse de birileriyle yarışır, Audition'da veririm. Hocam

Speaker 1:

Yere yatarım.

Speaker 2:

Yatarım. Pantolonumu çıkarıyorum.

Speaker 1:

Ben pantolonla seni görmedim. Biz Uraz'la beraber oyunda çalışırken bir şortla yaptı. Herhalde don demek ben istemedim şimdi hani

Speaker 2:

Ama içinde don olduğu için dedirtemiyor.

Speaker 1:

Evet.

Speaker 2:

Yani don üstü

Speaker 1:

Şortla prova yaptı bu çocuk arkadaşlar.

Speaker 2:

Şortum biraz kısaydı dostlar. Tiyatro camiası gibi açık fikirli insanlar arasında bile bir öteki olmamı sağladı. Beni çok üzdü bu durumda.

Speaker 1:

Tek beyaz mavi çizgili donundan bahsediyorsun.

Speaker 2:

Aynen o donumdan bahsediyoruz. Aynı boylarda bir rengi daha vardı.

Speaker 1:

Onu bizimle paylaşmak mı?

Speaker 2:

Paylaştım aslında. Tamam. Ama dikkat etmemişsiniz. Çıplak bacağıma bakmaktan, donun kısa demekten orada o saatte ne işi vardı, niye öyle giyinmiş? Bu sadece kadınlara yapılmıyor görüyorsunuz.

Speaker 1:

Yo evet tabii.

Speaker 2:

Evet, bize de uygulandı. Ama sineye çektim.

Speaker 1:

Sonuçta o senin şans

Speaker 2:

donun mu? Bu benim şans donum falan değil çok rahat ettiğim bir şorttu.

Speaker 1:

Çünkü insan bazen şey düşünüyor mesela Uraz herhalde kırk gündür aynı donu giymiyordur.

Speaker 2:

Öncelikle aynı dondan iki tane vardı.

Speaker 1:

Ha bir gün onu bilmiyorum.

Speaker 2:

Birincisi bu. Arada sırada giydiğim diğer şortları için teşekkür ediyorum.

Speaker 1:

Ama bu önemli bir konuydu.

Speaker 2:

Tamam teşekkür ediyorum. Ben de artık bu konuyla ilgili düşüncelerimi bastırmayacağım. Ben istediğimi giyerim çünkü benim bedenim benim bacaklarım benim kararım.

Speaker 1:

Bu arada bacakları filan inanılmaz bir

Speaker 2:

şey yok. Çok teşekkür ederim.

Speaker 1:

Evet. Evet.

Speaker 2:

Belki ben de bunu yaşayacağım bir platform aradım. Bacaklarımın güzelliğini göstermek istedim. Suç oldu bu.

Speaker 1:

Asla suç olmadı. Renk kattı diyelim.

Speaker 2:

Çok teşekkür ederim.

Speaker 1:

Ben de giyinmeyi severim.

Speaker 2:

Evet sen de çok güzel şeyler giydin

Speaker 1:

Giyerim ya.

Speaker 2:

Bütün bu süreç boyunca.

Speaker 1:

Ama bir senin donun kadar sükse yapacak bir kıyafet bulalım.

Speaker 2:

Ha bu mu canınızı sıktı acaba?

Speaker 1:

Canımızı sıkmadı bu bir şey oldu yıllar sonra Aşık Shakespeare'i hatırlayınca o şortu da hatırlayacağım.

Speaker 2:

Ve bir rengini sana vereceğim bu şortu.

Speaker 1:

Ve şey leşgo'dan ısıtıyor aslında.

Speaker 2:

Uraz Kaygılaroğlu'nun dört kere giydiği

Speaker 1:

şort. Şöyle Kaygılaroğlu'nun dört kere giydiği şort.

Speaker 2:

Şort. Şöyle. Şimdi yazın çok sıcak bir yerde çalışıyoruz tamam mı? Yani hava çok sıcak ve bütün yaz boyunca çalıştık ve şortları içe doğru kıvırıp kullandım. Zaten kısa olan şortlarımı bir nebze de kıvırınca tabi çok daha uzun da tişörtler giyiyordum.

Speaker 2:

Sanki altımda bir şey yokmuş etkisi yani.

Speaker 1:

İmajı vermek istiyordu evet.

Speaker 2:

İmaj öyle ortaya çıkıyordu. Ben bir şey vermek istemedim. Ferah bir şekilde zıplayıp hopladığımız çok aksiyonlu olan oyunumuzda kendimi rahat hissettirmek istedim. Ben kimse niye sen onu giydin, sen niye bu bir parça şortla geldin demediğim bir yerde bana neden bu denildi. Bunu anlamaya çalışmayı da bıraktım artık.

Speaker 1:

Burada kutularımız var. Ben kutu çok seviyorum. Malzemelerimi biriktireyim içine atayım diye. Bunun için de kelimelerimiz var. Madem stand-upçısın.

Speaker 1:

Buradan bir kelime seçip bunun hakkında bize dakika konuşmak ister misin?

Speaker 2:

Deneyeyim. Peki mesela hiç bilmediğim bir şeyse başka bir tane pas deyip seçebilir miyiz?

Speaker 1:

Seçersin yaparız öyle bir şeyler ayarlarız. DNA. Hadi bakalım. Zaman tutabilir miyiz?

Speaker 2:

Başka bir tane daha seçeyim mi daha bilebileceğin bir konuları? DNA? DNA konusunda ne söyleyeyim ki şimdi?

Speaker 1:

Aşko ne bileyim benim DNA'm çok iyidir.

Speaker 2:

Minibüs. Minibüsle ilgili bir anı anlatabilirim.

Speaker 1:

Anlatabilirsin ki buraya deniz taksiyle gelmiş olduğunu öğrendik.

Speaker 2:

Yoo arabayla geldin. Helikopter? Bugün izin günü herkes rap o. Rapoysam herkes rap.

Speaker 1:

Minibüs.

Speaker 2:

Minibüsle ilgili bir hikaye anlatayım. Minibüs caddesine yakın bir yerde oturuyorduk sürekli kullandığım yani küçük yaştan beri kullandığım o üst hatlar.

Speaker 1:

Maviler mi sarılar mı?

Speaker 2:

Maviler. Sarıları da yani aşağıdan bir yere gideceksem sarılar, yukarıdan gideceksem maviler. Kadıköy yakasından bahsediyoruz. Bağlaçarşı minibüs hadisesi. Kuzenim şehir dışından üniversite okumaya geldi.

Speaker 2:

Sonra Fenerbahçe'de oturuyoruz. Dedi ki okula nasıl gideceğim Maltepe Üniversitesi'ni kazandı. Dedim ki gel bir demo yapalım abi filan. Hani çok kolay. İstanbul hani tanıldığı kadar zor, korkunç bir yer değil.

Speaker 2:

Rahatça bulacaksın yol. Çok basit filan dedim. Fenerbahçe'den yukarı doğru çıktık. O Feneryolundan Sabit Pazarı'na oradan minibüs caddesine doğru çıktık. Dedim ki buradan bir minibüse bineceksin ve tek vesaitle Maltepe'desin.

Speaker 2:

Maltepe'de de shuttle'lar var, okuluna çıkıyor. Onlara bineceksin abi okuldasın. Akşam indin tak minibüs. Ya bir göster. Tabi dedim, binelim abi.

Speaker 2:

Gel bir tur atalım dedim ya. Binlik minibüse falan. İşte sene kaç? İki bin dört, iki bin beş falan. O yıllarda Maltepe tarafında minibüs caddesinde yol çalışmaları var.

Speaker 2:

Gidiş gelişi tek hatta düşürmüşler.

Speaker 1:

Çok güzel.

Speaker 2:

Çok güzel. Korkunç yani. Müthiş bir trafikte kaldık yani. Olağanüstü böyle bir buçuk iki saat falan minibüsün içindeyiz falan böyle hiçbir şey yapamıyoruz falan. Ve Meriç de ilk defa böyle bir kalabalık görüyor, trafik görüyor falan.

Speaker 2:

Abi o kadar kötü değil herhalde ya filan diyor demeye başladı. Yaparım başka neyle gelebilir buna ya filan diyor. Diyorum ki ya minibüs kötü değil ya. Öyle bir şey değil falan diyorum. Neyse Maltepe'ye geldik.

Speaker 2:

Tamam diyorum. Buradan bineceksin dönüyorsun. Hadi eve dönelim artık yani. İki saat oldu. Dönüş yoluna geçtik.

Speaker 2:

Yine aynı trafikteyiz tabii ki. Ve böyle artık daralmalar başladı ve bindiğimiz araba minibüslerden hep şeyi çok seviyorum böyle her yere bir şey yapıştırıyorlar ya böyle vitesin topuzu, kuru kafa Ama orada böyle kafa sallayan köpekler var. İşte onlar var, orada maşallahlar burada hangi şehirliyse onun numarası falan plakası. Full bir arabaya bindik yani gırtlak dolu yani araba anladın mı? Böyle her yere ışıl ışıl, parıl parıl

Speaker 1:

falan. Pavyon.

Speaker 2:

Pavyondayız. Minibüse dönüyoruz falan böyle Meriç'le. Abi dedim o kadar kötü değil yani canını sıkma falan. Bu da böyle adama bakıyor neler yapıştırmış, niye bu kadar şey var falan diye. O zaman da daha o bir kuruş mu ne yeni hani böyle ufacık paralar vardı ya böyle hani nerede kullanacağız bunu hani artık doksan dokuz, doksan dokuzlukların üstüne bunu alacaksın abi, kimse paranı yiyemez falan filan.

Speaker 2:

Minibüs de böyle bir çanak olmuş minibüs sinirli birisi çıktı. Abi yolda zaten herkesle kavga etmeye başladı ve kavga ettiğini bir kuruşlardan alıp fırlatmaya başladı. Ne? Bak yoldaki gidene kadar yemin ediyorum sana. Böyle elli kuruş falan yaktı.

Speaker 2:

Hani böyle bir bir attıklarından falan. Meriç'in eli ayağı boşaldı. Yani hani şiddet gördü filan. Hani kaos gördü filan. Trafik okey ama saldırı boyutu da var.

Speaker 2:

Sonra bıraktı okulu döndüm erişte bitiremedim. Belki do minibüsü yüzünden.

Speaker 1:

Yüzümden müşteriye para atmak çok değişik.

Speaker 2:

Müşteriye atmıyor. Diğer arabalara fırlatıyor.

Speaker 1:

Ha diğer arabalara.

Speaker 2:

Camlarına çat sesleri geliyor filan.

Speaker 1:

Beyefendiyi

Speaker 2:

İyi kazanan bir beyefendi olduğunu düşünüyorum.

Speaker 1:

İyi kazanan bir beyefendi

Speaker 2:

Para saçıyorsun beyefendi

Speaker 1:

Bir kuruş.

Speaker 2:

Bir bir. Ben de üç kuruş diyebiliriz de o yanım.

Speaker 1:

Üç kuruşum kazandım.

Speaker 2:

Üç kuruşla çalıştım diyebilirim.

Speaker 1:

Bu acaba biraz talihsiz bir açıklama mıydı? Peki ek işi ne zaman iki sene oluyor.

Speaker 2:

Bir buçuk sene falan oluyor. Oluyor. Evet.

Speaker 1:

Yeri nerede? Şaşkın bakkal'dı. Şaşkın Bakkal'da Ekiş diye bir dükkan var. Haftanın kaç günü çalışıyor?

Speaker 2:

İki günü çalışıyor. Cuma ve cumartesileri çalışıyor. Cuma günleri bir sen de haklısın diye bir programımız var. Biz kanalist Çağatay ve Ahu Yalçın'un beraber yaptığı bir program var. Onlar beraber bir program yapıyor.

Speaker 2:

On beş günde bir o oluyor. On beş günde bir de kısmet şov diye buna çok benzeyen

Speaker 1:

Aynen.

Speaker 2:

Bir konsept var. Var var. Deniz Ağunlu Temiz'in konsepti. Ondan sonra buradan böyle seçiyorsun bununla ilgili bir şey aklına geliyorsa yapıyorsun. O da çok heyecanlı oluyor çünkü orada her şey ilk sefer anlatıyor Evet.

Speaker 2:

Oluyor.

Speaker 1:

Benim de bu beş altı sene evvel komedyenlerden ilk tanıdığım Deniz Anı Temas'ı.

Speaker 2:

Çok müthiş bir herif. Evet. Çok zeki bir adam. Çok da komiğiydi.

Speaker 1:

O da çok iyi yazıyor.

Speaker 2:

Çok çok çok. Ve gösterisini ilk defa izlediğimde uzun teklisini, oğlum bu kadar şakayı nereden buldun? Ne kadar çok şakan var? Ne kadar çok arka arkaya vuruyorsun falan dedirttirmişti yani.

Speaker 1:

Evet bir de böyle entelektüel bir tarafı da var. Var. Böyle çok iyi evet. Bir anı bağışlar mısın?

Speaker 2:

Minibüs dışında.

Speaker 1:

Minibüs dışında. Çok işten konuştuk istiyorsan hayattan bir şey de olabilir yani. Kızınla ilgili bir şey olabilir. Seni etkileyen bir an olabilir.

Speaker 2:

Yani örnek de olabileceği bir şey olsun öyle anlatayım. Bu kadar yoğunluğun ve işin arasında çocuğumla geçirdiğim haftanın iki günü bende, beş günü annesinde oluyor. Ve o iki günde de haftanın iki günü bende, beş günü annesinde oluyor. Ve o iki günde de ona full ilk boşandığımız yıllar full performans vermek Her şeyini yapmak istiyorsun. Yani o bir haftalık süreci iki güne zıplemek istiyorsun gibi bir içgüdüsel tavır.

Speaker 2:

Yorgunsun yani. İnsansın, bedenen bitkinsin ve onu ona çaktırmamak istiyorsun ama bir yerlerde kopuşlar oluyor yani.

Speaker 1:

Mümkün değil olmaması.

Speaker 2:

Ve bir gün uyuyakaldım ben koltukta. Ve sonra kalktım. Ada beni ben yatıyorum diye hani dürttü. Adayı yatırdım ve ağlamaya başladım. Yani çok kötü hissettim kendimi.

Speaker 2:

Sen ne biçim bir babasın, Allah seni kahretsin, kız iki gün gelmiş onda da uyudun mu köpek filan hani yani. Hani neler neler yani. Bıçaklıyorum kendimi her yerden. Sonra düşündüm yani hani bu işte sonra bunu biraz terapide filan konuşmuştum falan. Böyle good in af perranting diye bir konseptten haberdar oldum.

Speaker 2:

Diyor ki baba sen uyuyabilirsin, sen insansın, yorgun düşebilirsin. Yani babalık müessesesinde her daim ya da herhangi bir müessesede başka yerlere de yayabiliriz. İnsan ilişkilerinde, partnerlik ilişkilerinde, komşuluk ilişkilerinde hep böyle bir yükseği verme çabam vardı benim hayatımın her alanında. On üzerinden on vermeye çalıştıkça bıktığım ve tükendiğim yerde nefrete dönüşüp on üzerinden bir vermeye, Allah kahretsin nefrete dönüştüğünü fark ettim.

Speaker 1:

Bu ne kadar sürdü? Bir iki sene böyle bir bocalama mı bu?

Speaker 2:

Bir sene falan üzerine düşündüm yani bunu kabul etmem de bir süre oldu. Anlasam da uygulamaya dönmesi zor oldu. Şişmanlıktan zayıfladığındaki idrakın gibi. Ve sonra baba ben on üzerinden altı bir baba mıyım? Ya da on üzerinden altı bir partner miyim?

Speaker 2:

Yedi bir partner miyim? Neysem neyim yani? Abi hep orada takılıyor. Kimse senden bu şovu love bombin gibi beklemiyordum sonra ghost'lamak istiyorsun hemen.

Speaker 1:

Herkes O kadar yüksek

Speaker 2:

o kadar. O kadar düşüyor yani. Uykuya dalmak, o an o histe olmamak, bazen ebeveyn gibi hissedememek, o anda ona gücünün olmaması.

Speaker 1:

Bunların hepsi olan şeyler.

Speaker 2:

Bunların hepsi olan şeyler olduğun gibi biri olduğun sürece o iniş çıkışlar da karşındakini aptal

Speaker 1:

Sen bana bunca şov yaptın şimdi.

Speaker 2:

Nerdesin şimdi oluyor? O yüzden olduğun halin çok okey bence. O düzen o ritim bu hikayemden size bu anımı

Speaker 1:

Ada memnun mu sence senin babanımdan?

Speaker 2:

Çok memnun ve ben de özellikle deşiyorum yani. Nasıl bir şey yapsam hoşuna giderdi? Şöyle baba olabilirdim, böyle baba olabilirdim. Bende ne değiştirmek isterdin? Değiştirmek istediğin üç özelliğimi söyle.

Speaker 1:

Ne diye?

Speaker 2:

Hep dürtüyorum yani hani ben de sıçtığım ve onun hoşlanmadığı yerler olabilir mi diye. Ben seni olduğun gibi seviyorum. Sen çok tatlı bir babasın falan diye. O zaman da öyle tereyağı gibi veriyorsun falan. Herkes, her konuda sıçma hakkına sahip olduğunu anladım.

Speaker 2:

Mükemmel değilim ama iyi bir babayım.

Speaker 1:

Bir mükemmeliyetçilik Vardı.

Speaker 2:

Var onu törpülemek. Törpülemek, uğraştığım şeyler var.

Speaker 1:

Terapiye gitmek de çok iyi değil mi?

Speaker 2:

Hayatımda kendime en iyi şey diyebilirim terapiye gitmek de.

Speaker 1:

Ben de kendim için aynı şeyi söyleyebilirim.

Speaker 2:

Beş sene gittim düzenli olarak. Daha geçtiğimiz ay biraz böyle seyrelttik haftada birden on beşte bire. Sonra ayda bir, sonra iki ayda bir O da böyle bir nebze beni yani başarmış hissettiğim işte hani kilo verme süreci gibi kendime bakma ve anlama noktasında insan ilişkilerimde kendimle olan ilişkimden her şeyden önce başarmış hissettirdim. Mutluyum yani geldiği yerden hayatımın.

Speaker 1:

Efendim programımızı beraber bir şarkı söyleyerek kapatmaya ne dersin?

Speaker 2:

Ben Allah derim. Allah.

Speaker 1:

Bir kere daha şeyi söyleyelim. Hatasıyla sevabıyla okey bence.

Speaker 2:

Güzel bir provaydı bence bunu basalım yayına.

Speaker 1:

Bence okay.

Speaker 2:

Bence de.

Speaker 1:

Yani şey ne bileyim öyle pure bir şey olması yok duygusal olarak tatmaz.

Speaker 2:

Buraları da koyun ya. Pure bir şey olmasına gerek yok. Hatalardan bahsettik.

Speaker 1:

Hatalarla, rahat değil.

Speaker 2:

Teşekkür ediyoruz gece çalışanlar.

Speaker 1:

Gece çalışanlar, gece çalışmaya devam. Pazartesi günleri tatil olmak müthiş bir şey. O zaman şunu çekiştirerek bitirebilir miyiz? Adaya bir hediye aldım. Şöyle.

Speaker 1:

İşte gece çalışınca arkadaşlar bakın final Şöyle bir noktaya geliyorsun. Gece dört nokta eve geldi.

Speaker 2:

Bu ben miyim diyorsun?

Speaker 1:

Geldi. Aynada bakıştığım. Ve işte.

Speaker 2:

Bu yeni bende kim? Kendimle tanıştım.

Speaker 1:

Sonraki gelecek konuğumuza bir soru sormanı isteyeceğim senden.

Speaker 2:

Gece çalışan birisi olarak sende sevgili Konuk, yine gece çalışacak olsan ve başka bir iş yapacak olsan ne iş yapardın?

Speaker 1:

Ya oh çok tatlı bir insanmış bu Uraz.

Speaker 2:

Abi ben son bir kaydı kesmek. Kaydı kesiyorum arkadaşlar. Bundan sonrası karışıyor.